Uzun zamandır beklediği şey olmuştu en sonunda. Belkide akşamları ettiği dualar kabul olmuştu. Uzun zaman. Aslında “uzun zaman” ne demek pek de kestiremiyordu, O daha 7,5 yaşında bir çocuktu ve kısa ya da uzun kavramı daha iyice yerleşmemişti. Bir yuvada yaşıyordu bir zamanlar, Hayal meyal hatırlıyordu o günleri. Bir gün bir hanım gelmiş ve onu yanına katıp büyük bir eve götürmüştü. “Artık” demişti “burada yaşayacaksın”. Önceleri buna hiç inanmamıştı, inanamamıştı. Bir süre aklında hep bir gün geri gönderileceği endişesi ile yaşamıştı. Tanıdığı gördüğü çocukların pek çoğunun anne ve babası vardı, onun sadece bir annesi. Geri gönderilmek korkusu yüzünden yuvaya bir türlü soramıyordu “benim babam yok mu?”.

Kestiremediği bir hızla günler geçti. Eve ve annesine alıştı. Artık “anne” diyordu o hanıma. Aslında biliyordu gerçek bir annesi vardı. Hatta ara sıra görüşüyordu da gerçek annesiyle. Ama yinede ateş içinde uyandığı gecelerde yanında hep o hanımı buluyordu. Karnı acıktığında o hanım yemek hazırlıyordu. Üstünü başını kirlettiğinde o hanım yıkıyordu her şeyi. Ona oyuncaklar alıyor, hikâyeler okuyordu.

Kimi akşamlar annesi biraz durgun geliyordu eve. Yüzünde anlamsız bir sıkkınlık vardı. Az konuşuyordu. Üzülüyordu çocuk bu gibi durumlarda hem de korkuyordu. “Ya” diyordu kendi kendine “benden sıkıldıysa” , “benim yaptıklarıma kızdıysa” ya ” beni geri götürmeye karar verdiyse”. İçin için geri götürülmekten hep korkmuştu. Bir daha geri dönmek istemiyordu. Giysilerini paylaşmak, bir sürü çocukla ortak banyo yapmak istemiyordu. Yeni yeni alışmıştı istediği kadar şeker attığı çay içmeye zaten, az şekerli çaydan nefret ediyordu. Yatağını seviyordu, rengârenk pijamalarını da. Önceleri hep korkmuştu sabah uyandığında terliklerini bıraktığı yerde bulamamaktan ama artık alışmıştı. Tekrar bu korkuları yaşamak istemiyordu.

Geçen günler içinde öğrendi, annesi eve durgun geldiğinde en iyi şeyin pek konuşmamak olduğunu. Sessizce oturup televizyon izliyordu. Aslında gözleri televizyonun ekranına bakıyordu. Bir sürü renkli şey hareket ediyordu orada ama aklı ve kulakları hep içeriden gelecek sesleri dinliyordu, annesi ismini söylerse diye.

Kimi sıkıntılı gecelerde annesi bir şeyler anlatıyordu kendisine. Bir adamdan bahsetmişti bir gece. Annesi o adamdan “kocam” diye bahsetmişti. Çocuk “koca” ne demek bilmiyordu, ama önemli bir şey olduğunu kestirebiliyordu. Daha sonra annesi O’na bazı fotoğraflar göstermişti, annesi ve bir adam vardı yanında pek çok fotoğrafta, gülümsüyorlardı. Bu konuşmalardan birinde annesi anlatmıştı, koca, bir kadının evlendiği adama deniyordu. Koca demek bir anlamda “baba” demek mi? Oluyordu, kestirememişti çocuk.

Kimi geceler yatağına yattığında hayaller kuruyordu çocuk, hayallerinde bir annesi bir de babası oluyordu. İçin için çok merak ediyordu çocuk, babasını. Nasıl biriydi, o’na nasıl oyuncaklar alırdı. Elinden tutup parka götürümüydü, evde hikâye okur muydu? Çok merak ediyordu sarılır mıydı? Korkulu bir rüya gördüğünde.

Bazen birileri soruyorlardı “baban nerede” diye, benim babam yok demek istemiyordu. Babasızlığının yüzüne vurulmasından hoşlanmıyordu. “annem ve babam boşandı, babam başka şehirde yaşıyor” diyordu. Bir gün buna benzeyen bir konuşma sırasında gözü annesinin yüzüne kaymıştı, kadın gülümsemişti. O zaman anlamıştı, doğru bir şey yapmıştı.

Aradan günler geçmiş ve okula başlamıştı. Tüm sınıf arkadaşlarının hem annesi hem de babası vardı. Bir tek o babasızdı. Okulda arkadaşları hafta sonları ya da tatillerde aileleri ile neler yaptıklarını anlatıyordu, her hikâye içinde bir anne bir de baba oluyordu. O hep susuyordu. Babasızlığının yüzüne vurulmasından hoşlanmıyordu. Aslında arkadaşları onu babasız sanıyordu. Babası her akşam rüyalarında yanına geliyordu. Konuşuyorlar, koşuyorlar, kitap okuyorlardı. Ama en çok birbirlerine sarılıyorlardı. Birilerine sarılmaya bayılıyordu, aslında birilerinin de ona sarılmasına bayılıyordu. Okumayı öğrenmek çok zor olmadı onun için, zaten annesi biraz biraz öğretmişti. Annesi bir öğretmendi. Hem de öğretmen yetiştiren bir öğretmen. Ara sıra annesinin okuluna gittiğinde, hep “hocam” diyorlardı annesine, Buna bayılıyordu. Hınzırlığı tutup “hoca camiide” diyecekti birkaç kere ama korktu. Annesine yakışan, akıllı bir çocuk olmalıydı. Hem belki böylece babası da geri gelirdi.

İnsanlar neden evlenirdi, bunu anlayabiliyordu. Ama neden boşanırlardı, işte bunu pek kavrayamıyordu. Bir babası olsun istiyordu. Bunu bir iki kere annesine söylemeyi düşünmüştü. Çıkıp karşısına “benim neden bir babam yok” diyecekti. Sonradan annesinin karşısına dikildiğinde ne kadar ufak kaldığını fark etti, bu düşüncesinden hemen vaz geçti.

Annesiyle beraber yine bir gün okula gitmişlerdi. Önce bahçede oynamıştı bir süre, sonra öğle yemeği yemişlerdi kantinde. Biraz yorulmuştu. Annesinin odasında biraz kestirmişti yine babası ile birlikte. Uyandığında annesi bilgisayarın başında bir şeyler yazıyordu. Böyle durumlarda annesinin kafasını karıştırmayı istemediği için sessiz durmayı öğrenmişti. Önce biraz daha uyuyor gibi davrandı, sıkıldı hem tuvalete de gitmesi lazımdı.

Yattığı yerden kalktı. Annesine gülümsedi ve “tuvalete gideceğim” dedi. Annesi “çabuk gel, kiminle konuştuğumu tahmin bile edemezsin” dedi. Merak içinde “kiminle” diye sordu kapının önünde, çok merak etmişti. “hadi git de gel” dedi annesi. “Eski kocamla konuşuyorum, belki sende merhaba dersin”.

Nasıl tuvalete gitti işini nasıl bitirdi hatırlamıyordu. Hatta biraz da üstünü ıslatmıştı galiba ama hiç önemsemedi bunu. Hemen annesinin odasına doğru koşturdu. Babasına merhaba diyecekti. Annesi izin verince oturdu bilgisayarın başına, Önce “nasılısınız” diyebildi. Ardından ne yazıldığını bile okumadan, “seni görmek isterim” diye ekledi. Adam bir şeyler yazıyordu, ekranda bütün bunları görüyor ama okumuyordu. Aklında ki soruları bir bir soruyordu, “annem ile niçin ayrıldınız”. Adam hala bir şeyler yazıyordu. Ama o kadar uzun zamandır aklında olan o soruyu sormadan edemeyecekti, “bazen sana baba diyebilir miyim?”

En sonunda aklında olan soruyu sormuştu. En sonunda belki de bir baba bulmuştu.