Seninle sevdim yalnızlığı I

Yolda yürüyordu, biraz önce konuşmuştu sevgilisi ile telefonda, “çok yoruldum bugün. Bir ton da iş birikti evde. Önce onları yapıp ardından bir duş alacağım. Belki biraz da uzanırım” demişti. O uzanmadan yetişmeliydi. Uyandırmamalıydı uykusundan.

“Sen rahatına bak güzelim… Ben sana yazıyorum buralarda. Şiirler okuyamıyorum kulağına ama her şarkıda seni anlatan bir şeyler buluyorum. Her dinlediğim şarkıda ya sen varsın ya da sana duyduğum aşk…” Diye düşündü. Hızlı hızlı yürüyordu, Geç kalmadan hedefinde olmak istiyordu. Taşınabilir cd çalıcıda Feridun DÜZAĞAÇ vardı. Hem yürüyor hem de aklına yazıyordu kelimeleri, devam etti yazmaya “Feridun DÜZAĞAÇ” takılmaya başladım bu günlerde. Sanırım o da seni seviyor. Tanıyor mu? Seni cidden, cidden seviyor mu o da seni. Hep seni anlatmış. Ya da sana duyulan aşkı. Bozuluyorum buna için için, Çok bozuluyorum. Bir tek ben sevmeliyim seni deli gibi. Bir başkası sevmemeli. Ve bir tek bana “aşkım” demelisin, En içten, En doğal halinle. Ben sana “güzelim” dediğimde bilmelisin sadece seni anlatıyor bu kelime. “Canım” dediğimde yine bilmelisin ki canımın bir parçasısın. Bir tek sen sevmelisin beni. Bir tek ben sevmeliyim seni. İşin var evde… Feridun mu geldi acaba… Nefret ediyorum Feridun’dan… Benden daha iyi anlatmış benim duygularımı… Mümkün mü? Benim kadar sevmesi seni… Mümkün değil. Ama anlatmış… Eve geldin biraz önce, kapıyı anahtar ile açtın… Bomboş o eve girdin… Bir zamanlar aşklar yaşadığın yaşattığın eve. Kıskanıyorum o evi… Seni benden çok yaşıyor diye…” Durakladı trafik ışığının yanında. Bir adım daha atsa ezilecekti az daha. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Işık yayalar için yeşile döndü. Bir türlü alışamamıştı bu şehre. Yürümeye başladı yine. Sarıldı sanal kalemine ve devam etti kaldığı yerden yazmaya. “Ben olmalıyım sen eve geldiğinde yada sen olmalısın evde, ben geldiğimde… Sarılmalıyız kapı eşiğinde… “özledim seni koca kız” demeliyim sen geldiğinde… Sen ise “ne haber adamım” diyebilirsin ben geldiğimde… Öpebilirim seni ya da koklayabilirim… Ama mutlaka ben olmalıyım sen eve geldiğinde… “bir korna. Sert bir fren. Kaza oldu yolda. Silkindi kalktı beyaz kâğıtların üzerinden. Daha dikkatli olmalıyım diye düşündü. “Zor buldum çabuk kaybettim” olmamalı. Az kaldı, iki köşe sonra onun evi çıkacaktı karşısına. Haberi yoktu “güzelinin” geleceğinden. O’nu Ankara’da sanıyordu. Sürpriz yapacaktı.

Devam etti yine yazmaya beynine “Biliyorum… İllaki unutacağım sana çiçek almayı… Biliyorum… Belki yaş gününü ya da bir başka önemli günü atlayacağım… Ama hiç sarılmaktan vazgeçmeyeceğim sana… Seni anlatan şiirler bulacağım bir yerlerden… Belki bir gün bende okuyacağım kulağına… “aklına geldi birden, yüksek sesle bir şeyler okumayı sevmezdi. Kekelerdi, heyecanlanırdı. Yüzünü buruşturdu, çalışmalıyım dedi kendi kendine. “seni sevdiğimi anladığım günden beri” diye başlayacağım söze… Ve muhtemelen bitiremeyeceğim… Öpeceğim o al dudaklarından… Düşmanına düşman kesileceğim en korkuncundan. Sen uyumadan uyuyamayacağım belki. Yemek yapabilir miyim? Sana bilmiyorum… Ya da çay, “çay yaparım yahu” dedi için için, “ne var ki onda alla sen”. Ama huzur getireceğim tepsi tepsi… Kamyon kamyon güven… Karda yürüyeceğiz seninle korkmana rağmen, kayacaksın belki de ama düşmeyeceksin… Tutacağım seni… Her tökezlediğinde ben yanında olacağım…” Bir şekilde fikirlerini anlatacak bir yol bulmalıydı. Deli gibi düşünüyordu, bir yandan da yola dikkatini vermeye çalışıyordu.

“Seveceğim seni… Toprağın en son çocuğu senmişsin gibi… Gözlerim kamaşacak her gördüğümde yüzünü, yiteceğim gözlerinin enginliğinde… Kaybolacağım… Sonra sen “çay koy” diye bağıracaksın içeriden… Güleceğiz aklımıza Savaş AY şiiri gelince… “Kurtulacağım enginlerinden gözlerinin…” İstiyor muydu kurtulmak o enginlerden. “Batmak gelecek içimden yüreğinin içine… Hiç çıkmak istemeyeceğim. Seveceğim seni, Yavrusunu emziren ana gibi.” Yine bir trafik ışığı. Yine bir sürü homurtu.”Öleceğim belki bir gün. Yanımda sevdan olacak, Kefen de istemem. Sevdan yeter bana. Sapıttı kalbim yine. Beynim durdu. Parmaklarım azdı. Sana yazdım yine. Seni düşündüm… ”

İleride bir alış veriş merkezi vardı. İçeride buldu kendini önünden geçmeyi planlarken. Gözüne bir kuyumcu takıldı hiç düşünmeden girdi içeri. Ve iki alyans aldı. Kırmızı kurdele de istedi adet yerini bulsun diye. Hoş kimse yoktu kesmek için kurdeleyi ama olsun güzel olacaktı. Her şey çok güzel olacaktı.

Ayakları yere değmiyordu artık. İyice yaklaşmıştı güzeli’nin evine iyice yaklaşmıştı. Bir iki esnafla selamlaştı, tanımışlardı adamı. Sevindi için için adam, sevindi. Apartmanın kapısına geldiğinde zili çalıp ne diyeceğini, sesinin tanınmaması için ne yapacağına karar verdi. Uçarcasına yaklaştı apartmana. Sanki 18 saattir ayakta olan o değildi. Kendini bitmez tükenmez bir denizin dalgaları gibi hissediyordu adam. Yorulmuyordu, yaklaştı çelik kapıya, yavaşça yokladı açıktı. Biraz önce içeri giren insana teşekkür etti içinden, gülümsemesi yerleşiverdi suratına. 5 kat kalmıştı sevdiğine ulaşmasına, 5 kat hepsi o kadar. Uçarcasına çıktı merdivenleri. En son geldiğinde nefesi kesilip kaldığı yerde bu defa duraklamadı bile. Bir solukta en üst katta idi. bir iki saniye duraladı kapıda, kendine çeki düzen verdi. Ve çaldı kapıyı.

İçeriden bir ayak sesi geldi. Yüzüne en güzel gülümsemesi yerleşmişti adamın çoktan. Ve o an bir ses duydu. Konuşan güzeli idi. “bir dakika aşkım ben açarım kapıyı.” anlayamadı adam. Aşkı kimdi? Aşkı dışarıdaydı. Kapının dışında, içerideki kimdi peki. Acaba pencereden mi görmüştü geldiğini de şaka mı yapıyordu kendine sevdiceği. Ya da ne bileyim, Televizyondan mı gelmişti ses. Bu derece gerçekçi olabilir miydi?

Kapı açıldı ardına kadar. Karşısında sevdiği kadın vardı, üstünde geceliği, açık yakasından çıplak teni gözüküyordu. Belli ki yeni çıkmıştı duştan saçından hala damlalar süzülüyordu. Hiç sevmemişti zaten kurulamayı duştan sonra saçlarını. Dondu kaldı kadın. Dondu kaldı adam. Elinde kala kaldı çiçek ile yüzük paketi. Yüzünde o garip gülümseme ile çakılı kaldı kapıda.

Ve içeriden bir ses geldi. “KİM GELMİŞ HAYATIM. ”