Seninle sevdim yalnızlığı II

Kendini nasıl dışarı attığını hatırlamadığını fark etti adam bir süre sonra. Şimdi nerede olduğunu da bilmiyordu zaten. Bir çöp tenekesi hatırlıyordu, elindekilerini attığı, bir de yüzüne garip garip bakan bir adam. Adam kimdi, neredeydi… Hatırlamıyordu.

Neler planlamışlardı kadını ile beraber, neler yaşamışlardı ve nelerle karşılaşmışlardı. Neydi sorun yada bu denli yanlış tanımış olabilir miydi kadını. Her şeyi sindirebileceğini biliyordu adam için için. Ama giderayak eski sevgili ile aldatılmayı bir türlü sindiremiyordu içine. O eski sevgili ki kadınını hamile bırakıp bir kedi yavrusu gibi sokağa atmıştı. O eski erkek arkadaş ki kadınını kapıcısından başkasına tanıştırmamıştı. Anlamıyordu adam cidden anlamıyordu hiçbir şeyi. Bir ara bir trafik lambası önünde durduğunda düşündü. Sövdüm mü ben içeride. Evet sövdüm. “kahpe.” dedim ağzımı doldura doldura. Vurdum mu? Hayır kıyamadım.

Neydi bu geri dönüşlerin sebebi. Şehir değiştirme yüzünden oluşan stres mi? Ya da gitmeden önce son bir kez damakta kalan tadı mı? Emin değildi. Emin olduğu tek şey aldatılmış olduğuydu. Birkaç hafta önce kadın sevinç içinde “annemlere seni anlattım” demişti adama. Şimdi emin olamıyordu adam kendisinin mi? Yoksa eski sevgilinin mi? Anlatıldığından. Defalarca Ankara’ya doğru yapılan yolculukların acaba kaç tanesinde son hedef kendisiydi. yada arada kilometreler varken saatler boyu süren telefon konuşmalarının kaçında kadın onunla konuşmuştu. Beraberken kulağına fısıldanan aşk sözcüklerinin kaç tanesi cidden hissedilerek söylenmişti kendisine. En önemlisi acaba kadın kendisini mi? sevmişti.

Peki, neden kadın bu derece girmişti ailesinin içine. Hükmetme duygusu için olabilir miydi acaba. Bir önceki erkekte yaşayamadığı duyguları yaşamak istemişti anlaşılan. Hep adamın yanında iken duyduğu güvenden bahsetmişti kadın, bu da yalandı anlaşılan. Evinin çeşitli noktalarında gerçekleştirmek istediği değişikliklere bir anlam veremiyordu adam. Sanırım diğer adamın evine benzetmeye çalışmıştı kadın evini.

Deniz kenarına geldiğini fark etti adam. Beşiktaş iskelesinin kenarında kaldırım taşları yığınının önünde buldu kendini… Bir sigara içmeliyim dedi kendi kendine. Eli titriyordu. Zar zor bir sigara çıkardı paketinden ve yaktı.

Bir iki nefes derken, aklına içindeki yangın geldi. Şimdi daha iyi anlayabiliyordu adam birden nasıl katil olunduğunu. Hem de hiçbir sıkıntısı olmayan insanların ellerini nasıl kana buladığını şimdi daha da iyi anlıyordu. Geçenlerde bir akşam Dr bir arkadaşı ile yapılan keyifli bir muhabbet sırasında anlatmıştı Dr, en hastalıklı beyinlerin bile mantıklı bir görüş açısı vardır diye, hatta çivili katilden bir örnek vermişti, neydi o örnek. Hah. Çivili katil yakalandığı zaman kendisine “neden yaptın” diye sorulduğunda, “sizleri onlardan (öldürdüğü insanlardan) kurtardım. Onlar kötü idi” demişti. Biliyordu evde gözü dönmüştü adam, ve biraz daha içeride kalsaydı zarar verecekti her ikisine de. Aslında şimdi ikisinin de hayatta olmasının bir tek sebebi vardı, Kadın suçluydu sapına kadar, ama diğer adamın hiçbir suçu yoktu. olsa olsa tek suçu bir süre önce seviştiği kadının aklından hiç çıkamaması olurdu ki bu da direkt olarak adamın suçu değildi. Kadın yaptıkları için ölümü çoktan hak etmişti belki ama adam daha ölmemeliydi. Bu yüzden ikisi de hala hayatta idi.

Öldürseydim dedi adam ne yapabilirdim ortadan kaldırmak için cesetleri. Düşündü. Düşündü. bir kere her ikisini de elleri ile öldürme zevkini tatmak istiyordu. Yani vücutlarında belirgin yaralar olmayacaktı. O zaman işe kaza süsü verebilirdi. İçi buz kesmişti adamın. Hava yüzünden mi üşüyordu, yoksa yaptığı soğukkanlı planlar mı üşütmüştü adamı, bundan pek emin olamıyordu. Kadın bir mum hastasıydı evin her tarafında mumlar vardı irili ufak. Evin mutfak hava gazı tesisatında kaçak vardı, Aylardır kadın bir türlü onarttırmamıştı. Evet, her ikisini de yatağa yatırırdı adam. O ses çok çıkmasın diye sökülüp sadece şilte olarak kalan kutsal yatağa. Ama kadını sol tarafa yatırmalıyım diye düşündü. Her şey gerçek hayata uygun olmalı. Ardından odanın içine bir sürü mum yakardı. Tıpkı bir mabet gibi olurdu oda. Son yolculuğa uygun bir mabet. Ardından mutfaktaki ocakların hepsini açardı. Kapıları da. Elleri soğuktan kütük gibi olmuştu ve artık hissetmiyordu bile sigaranın elini yakışını. hiçbir işe yaramayan ellerine bakarken anlamsız anlamsız, bir anda aklına geldi adamın, gazın yayılma süresini hesaplayamayacaktı hiçbir zaman. O halde çok kalmamalıydı içeride, elektrik anahtarları ile de oynamamalıydı. Yangının ne derece yayılacağını kestiremeyecekti hiçbir zaman bu yüzden içeride ki parmak izlerini de ortadan kaldırmalıydı. Sonra sessiz bir katil, ya da kelimenin tam anlamıyla intikam meleği gibi süzülmeliydi dışarı. Aklına geldi hiçbir suç mükemmel değildi. Mutlaka bir takım izler bırakmış olacaktı evde farkına bile varmadan. Yakalanır mıydı acaba. Bıyık altı gülümsedi adam acı acı “ne önemi var ki artık” dediğini duydu. Bu uzun zamandır ilk defa işittiği sesiydi. Birden ürktü sesindeki duygusuzluğu fark ettiğinde. Evden dışarı çıktıktan sonra neler yapardım acaba dedi kendi kendine. Acaba bir yerlerde durup bekler miydi ev havaya uçana kadar. içi bir kez daha ürperdi. o derece soğuk kanlı bir katil değildi. Aslında katil değildi. Bunu yapamayacağına karar verdi. Planlarında bir sorun olur da ev patlamazsa ne olur acaba diye düşündü. Aslında içeridekilerin öldüğünü en azından 10 saat sonra fark ederlerdi, beklide 15 saat sonra. Bu sürede de zaten vücutları deforme olmaya başlardı. Ne derece moraracağını bilemezdi ama izlerin bir kısmının ortadan kalkacağından emindi.

Sigarası bitti, bir tane daha yaktı kütük gibi elleri ile. bu arada derin bir nefes çekti içine. Şöyle bir etrafına baktı, acaba birileri ne düşündüğünü fark etmiş olabilir miydi? Sanırım kimse kendisinin farkında bile değildi. Zaten kimseyi de adam öldürmeyi planlıyor diye tutuklayamazdı kendisini.

Aklına nereden geldiyse bir Yılmaz ERDOĞAN şiiri geldi. Neydi adı. Hatırlamıyordu.

“bir insanı sevmekle başlıyordu her şey
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!”

Katil olmak için de en az iki ceset gerekiyordu. Ama o katil olmamıştı ve en azından daha da olmayacaktı. Kalktı. Silkindi üzerindeki ölü topraklarından. Derin bir nefes aldı. Bir tane daha.

Sonra ağzını doldura doldura bastı kalayı. Bir nefes daha çekip denize attı izmaritini sigaranın. İlk karşısına çıkan motor’a atladı. Evine gidiyordu. Kendisini bekleyen hayat orada idi. ve en azından kendisini bekleyen birileri olduğunu biliyordu.

Gülümsedi içinden. “O’nu kimse beklemiyor” dedi ölümü anlatan bir fısıltı gibiydi sesi. Eli mont’unun cebinden kulaklıkları buldu. Taktı kulağına, sonra Feridun DÜZAĞAÇ cd’sini çıkardı. Aradı diğer ceplerini, eline “Hiç” isimli Erkan OĞUR cd’si geldi. Gülümsedi, tam da günün anlam ve önemine uygun bir tercih dedi içinden. Sonra gözleri karşısında oturan genç kadına takıldı. Garip bakıyordu adama. Feridun DÜZAĞAÇ cd’sini ona uzattı, “sizin olabilir.” Dedi. Motor diğer yakaya yanaştığında en önce o kaktı yerinden. Dışarı çakarken “Hiç yoktan iyidir be” dedi.

Adam gözden kaybolurken karşısında oturan genç kadın da kendini motordan dışarı attı. Elinde tuttuğu cd kutusundan kan damlıyordu. Ilık ve yapışkan bir kan. Ne yapacağını şaşırmıştı. Gözleri adamı aradı. Bulamadı.

“bir insanı sevmekle başlıyordu her şey”
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!
Katil olmak için ise hiçbir sebep yoktu.