Yitik dizeler…

by Tunc

Korku

Korkuyordu …
Korkunun ecele faydası yoktu.
Korkuyordu …
Başa hep korkulan geliyordu.
Seviyordu…
Tek başına sevmek yetmiyordu.
Seviyordu…
Sevdası yüreğini dağlıyordu.
Bekliyordu…
“Hep yaşamak için beklenirdi” ya.
Bekliyordu…
Artık beklemek de yetmiyordu.
Korkuyordu…
Seviyordu…
Bekliyordu…
Sadece; Neden, Kimi, Neyi
                                   bilmiyordu.

 

Yaşamak için…  

Soğuktu hava,
Güneş nerede …?
Bıçak gibi kesiyordu rüzgâr…
Ve yaşamak için nefes almak
                                   gerekiyordu.
Diz boyu çamurdu yol,
Ucu bucağı bilinmiyordu.
Her adımda biraz daha kirleniyordu…
Ve hedefe varmak için yürümek
                                   gerekiyordu…
Soluk soluğa uyanıyordu sabahları,
Nezleye suç buluyordu.
Zor nefes alıyordu…
Ve yaşamak için Oksijen
                                   almak gerekiyordu…
Hiç ölmemiş ve öldürmemişti aslında
Korkusuna yenilmişti hep.
Kimi zaman ölmek istiyordu.
Ve yaşamak için kimi zaman
                                  öldürmek gerekiyordu…

 

 

Boşluk 

Hava sessiz ve soğuktu.
Sesler yitmiş, sevgi bitmişti sanki.
Konuşmuyor muydu? Kimse…
O’mu duymuyordu…
Hava sessiz ve soğuktu.
Üşüyordu…
Hava sessiz ve soğuktu.
Akmıyordu…
Hava sessiz ve soğuktu.
Saniyeler saat saat olmuştu…
Hava sessiz ve soğuktu.
Üşüyordu…
Fırtına ortasında kalmış gibi
Sallanıp duruyordu…
Hava sessiz ve soğuktu.
Üşüyordu… Ama korkmuyordu…!

 

 

Hain

Sinsi sinsi kol geziyordu yalnızlık
Sıkışık zamanlarda hainlik var.
Güvenecek kimse kalmamış
Havada ihanet kokusu var…
Katil bir tikli gibi kuytuda,
Sipere yatmış anılar
En ufak hata bekliyorlar.
Acımasız bir söz dizin kuralı,
Sıkışık zamanlarda hainlik var.

 

 

Dönülemeyen nokta 

Duygularımdan arınmak
Yine eski ben olmak istiyorum.
Artık düşünmek ve beklemek sıkıyor canımı
İçin acıyor sana yetemiyorum…
Duygularımdan arınmak,
Çırılçıplak kalmak istiyorum.
Sadece ben, tıpkı eskisi gibi
Acı çekmeyen, beklemeyen biri.
Duygularımdan arınmak istiyorum.
Mümkün olsa yıllar geriye dönüp
Yeniden yaşamak istiyorum,
İçim acıyor dönemiyorum…
Duygularımdan arınmak istiyorum.
Sadece ben olmak istiyorum
Tıpkı eskisi gibi.
Eskileri yeniden yaşamamak istemiyorum…

Seninle sevdim yalnızlığı III

by Tunc

Yol ne zaman bitmişti, Haydarpaşa’ya ne zaman gelmişti bilmiyordu adam, taksi şoförünün “geldik ağabey” lafı ile silkinmişti yarı ölü halinden. Parayı ödedikten sonra yarı bilinçli bir halde bankolara doğru seğirtti, dönüş tarafını açık aldığına sevindi biletini. “Lan bari burada uğraşmasam” diye geçirdi aklından.

Zar zor gülümseyerek bankodaki memure’ye eski biletini uzatıp, “bu akşam için yer var mı?” diye sordu. Kadıncağız önce bilete ardından adamın feri kaçmış gözlerine baktı, “var ama acele etmeniz gerekecek, tren kalkmak üzere” dedi, Sigara içilen vagonda yer yoktu. Başka bir vagon, olurdu tabii neden olmasın. Bilet alındı cüzdana kondu ve adam koşmaya başladı.

Sevdiği kadının evine gittiğinde saat 18.00 sularıydı. Şimdi 23.20. arada hemen hiç hatırlamadığı 5 saat vardı. 5 koca saat bir ömür kadar uzun geldi bir an gözüne. Neler yaptığını hiç hatırlamıyordu. İlk defa bu derece yitirmişti benliğini, kontrolünü. Göz ucu ile insanların koşturduğu yeri gördü, o tarafa doğru koşmaya başladı. Perondaki kontrol görevlileri yolcuları trene doğru güdüyorlardı artık, kapılar kapanıyordu yavaş yavaş ve arada neredeyse 75-80 metre vardı daha. Soluğunun bir an kesilir gibi olduğunu hissetti adam, bir kadına çarpmaktan kıl payı kurtuldu ve devam etti koşmaya, yapacak son işi o trene yetişmekmiş gibi. Aslında gerçekten yapacak en son işi o trene binmekti, hiç sevmemişti İstanbul’u ve şimdi bir an önce gitmek istiyordu bu şehirden. Kendini kirletilmiş hissediyordu. Bir şey vardı bu şehirde insanların ruhlarını, ellerini kirleten. Bir şey vardı, kanına işleyen insanın, esir eden. Bir an Bizans entrikaları ile dolu gibi geldi hala her köşesi İstanbul’un. Tıpkı madde bağımlısı gibi hissediyordu kendisini ve o tren tek kurtuluşu idi “o” maddeden. Son 15 metre. Tren hareket etmişti, adımlarını hızlandırdı adam, artık koşmuyor sanki uçuyordu. Son 10 metre. Hala açıktı arka kapı. Mermer zeminde ayak sesleri yankılanıyordu adamın, birilerinin taşikardi geçirmesine neden olabilecek bir sesle. Son 5 metre. Artık hiç de uzak sayılmazdı ara. Uzun bir adım sanki Neal AMSTRONG’un ayda koşarken attığı gibi ağar çekim, sağ kol ileride, soğuk metalin tene teması, kavranması metalin hoyratça, kendini yukarı çekiş ve metal zemine basması ayaklarının. Bir anda kurtulmuştu işte şehri-i İstanbul’dan.

Sanki kâbus bir anda bitmişti. Trenin tanıdık sıcaklığı, loşluğu bir anda adamı kendine getirmişti sanki. Yavaş yavaş yürümeye başladı ileriye doğru. Son 5 saattir ilk defa gerçekten gülümsediğini hissetti yüzünde. Yüzündeki kaslarının acıdığını hissetti adam, yüz felci geçirdiği için iyice hassaslaşmıştı zaten kasları. Bir de kesintisiz soğuk hava, yaşadıkları iyice zorlamıştı anlaşılan. Bir tuvalet bulmalıyım dedi ilk önce ve mesanemi boşaltmalıyım. İki vagon arasındaki tuvaletlerden birini ziyaret etti. Önce rahatladı ardından ellerini yıkamak için musluk tarafına döndü. Soluk ışık altında gördü yüzünü. İrkildi, bilmese tanıyamayacaktı kendisini. Gözleri iyice çökmüş ve kızarmıştı, sakalı birbirine karışmış ve uzamıştı. İyice yıkadı yüzünü, sanki görünmez kirlerinden arınmak istiyordu. Kurulandı. Çıktı dışarı ve yerini bulmaya çalıştı. Tek kişilik olsun istiyordu yeri. Bu kafa ile bir de yolculuk anıları dinlemek istemiyordu hiç tanımadığı birinden. Birkaç vagon yürüdü ve kondüktörün yardımı ile tek kişilik koltuğuna oturdu.

Harika bir his sardı benliğini. Sıcaktı, havada hafif bir koku vardı. Aslında kirle karışık ter kokuyordu içerisi ama o’da pek temiz değildi. Uzun süredir ilk defa sakinleştiğini hissetti. Sıcak görevini yerine getirmişti, saatlerdir kasılan sinirleri rahatlamaya başlamıştı. Gözlerinin ne derece yandığını hissetti ilk defa, bacaklarının ne derece ağrıdığını. Elleri sanki kalbinin görevini yerine getirirmiş gibi zonkluyordu. Nice sonra üzerini çıkarmak aklına geldi. Yavaşça ayağa kalktı palto’sunu çıkardı ve astı. Bir an Azrail dokunmuş gibi hissetti kendini titredi. Yerine çökercesine oturduktan sonra ne zamandır yemek yemediğini düşündü. Hatırlamıyordu, an az 8 saattir açtı. Yeniden kalktı yerinden ve yemekli vagona doğru yürüdü.

Yemekli vagona giderken geçtiği diğer vagonlarda bir sürü insan kendi dünyalarına dalmış nereye gittiklerinin bile farkında değillermiş gibi oturuyorlardı. Kimi sarılmıştı yanında ki bedene. Kimi kafasını gömüp koltuğa horlama moduna geçmişti bile. Uyku fikri çok cazip geldi adama. Yenilenmesi için uyuması şarttı. Ama önce yemek yemeliydi. Etrafına baka baka yürüdü yemekliye doğru. Tanıdık bildik kokular vardı yemekli de. Bayat etmek kokusu, iyice ağırlaşmış yağ ve insan teri sarıverdi etrafını. Yaşadığını hissetti. Tek boş koltuk bir hanımın yanıydı, gülümsemeye çalışarak seğirtti yanında hanımı. “Acaba gelecek birisi var mı?” Diye sordu, Yüzüne bile bakmadan. Tanıdık bir göz teması yakaladığını hissetti ama pek de ihtimal vermedi. Kim olabilirdi ki tanıdık koca trende. “Buyurun” dedi hanım, “kimse gelmeyecek”. Bir iki teşekkür kelimesinden sonra oturdu adam yerine. Garson geldi yanında nezaketsiz bir eda ile ne istediğini sordu. Siparişini verdi adam içecek olarak da bira istedi. Yıllardır ilk defa içecekti.

Sessiz bir akşam yemeği olmuştu. Sessiz ama doyurucu. Kendine geldiğini hissediyordu adam. Ve artık daha rahat hatırlıyordu. Hesabı ödeyip bir iki iyi niyet sözcüğünden sonra yavaşça yerine ilerledi yeniden. Biraz önce geçtiği vagonlarda değişen pek bir şey yoktu. Artık uyanık insanlardan daha fazlaydı uykuya yenilenler. Koltuğuna oturduktan sonra bıraktı kendisini gece ve yorgunluğun eline. Vücudu yorgunluktan geberse de beyni bir türlü yorgunluk emareleri göstermiyordu adamın. Tren gecenin içinde karanlığı yara yara ilerliyordu ve adam daha da iyi geçenleri hatırlıyordu.

Tüm geçmiş gözlerinin önünden bir bir geçiyordu, kimi zaman yavaş, kimi zaman astronomik bir hızla yaşıyordu adam her şeyi. Sürekli sıkıntılar yaşamıştı geri dönüşleri yüzünden. Hep çok iyi hatırlamıştı, unutamamıştı. Bu defa unutmak, düşünmemek istiyordu.

Gözlerini yumdu, umarım uyurum diye geçirdi aklından. Ama hatırlamaya devam etti, kadın ile ilk tanıştığı, karşılaştığı, seviştiği günler sanki dün gibi gözlerinin önündeydi. Sondan bir önceki buluşmaları, geceler boyunca, saatlerce süren telefon konuşmaları, her şey bir bir aklında dans ediyordu. Nerede ise kelime kelime hatırlıyordu her konuşmayı. Tüm mimikler, hareketler gözünün önünden geçiyordu. İlk akşam yemekleri, Popstar elemeleri, Bayhan tartışmaları, barışmaları. Kısaca her şey daha birkaç saniye önce yaşanmış gibi geziniyordu adamın içinde bir yerlerde.
Sonra bu geceki buluşmalarına gitti aklı. Ne demişti kadın, “o’nu hiç unutmadım. O hep benimle beraber yaşadı. O’na biriktirdiğim her kelimeyi sana söyledim tek tek. Ve her konuşmamız aslında seninle değil o’nunla konuştum ben.” Şimdi anlıyordu adam neden bu derece hızlı yaşamışlardı her şeyi. Kadın neden kendisine bu derece tanıdık davranmıştı. Asla kendisi yoktu kadının karşısında. Hep diğer adamı görmüştü kadın kendisine baktığında. Kendisini de O adama benzetmeye çalışmıştı. Giysiler almıştı, saçlarını kestirmesini istemişti. Kendisine şiirler okuması için diretmişti. Sonra anlaşılan kopya gerçeğinin yerini tutmamıştı.

Acaba bunu ne zaman fark etmişti kadın. Sanırım oğlu ile ilgili sorunlar yaşanmaya başladığında ilk defa su yüzüne çıkmaya başlamıştı sorunlar. Kadın bir kız çocuk istiyordu. Adamın bir oğlu vardı. Ve bir gün adam oğlundan hiç ödün vermeyeceğini belirtti. Şimdi daha iyi anlıyordu adam. Kadın biraz şımarık, biraz bencildi. Ne demişti sondan bir önceki görüşmelerinde adama. “Seni kimse ile paylaşmak istemem bu yüzden çocuk bile istemem senden”, ama adamın bir çocuğu vardı. Potansiyel bir paylaşımcı vardı hayatında adamın. Olmayacağı o zamanlardan belliydi aslında ama anlayamamıştı adam, görememişti gerçekleri.

O son gece eski sevgilisinin yanında ne diye haykırmıştı kadın, “Aldattım, Çünkü çok karışıktım. Çünkü hepiniz bir yerimden beni çekiştiriyordunuz ve anlamıyordunuz. O hep benim sığındığım bir liman olmuştu. Ona ihtiyaç duydum. Beni sevsin istedim, sadece beni sevsin. “Oysa kendisi de sarabilirdi yaraları, “birliktelik” bu demek değil miydi? Ne diye bitirmişti kadın sözlerini, “Yaralarımı sarmak için birinin tüm emeğini, tüm sevgisini bana vermesi gerek. Ve sen bunu yapamayacak kadar kalabalıktasın”. Bu sözler adamın aklına oğlunu getirmişti ve kadın sırf bu hatırlama yüzünden hala hayattaydı. Sorumluluk zincirinde ilk halka adam için oğlundan başkası değildi aslında. Ve kadını da oğlundan hep “balım” diye bahsettiği için bu derece çok sevdiğini için için biliyordu. Kendisini ve oğlunu sevemeyecek, sindiremeyecek bir kadınla yaşanacaklar ancak bir kabus olurdu. Ve için için biliyordu ki bu kabusun sonunda paranoyaya dönüşür, tüm benliği bitirirdi. Hamurunda mutsuzluk vardı kadının, yanında da tatminsizlik. Ve yine için biliyordu adam asla mutlu olamazdı o kadınla.

Tren karanlıklar içinde evine götürüyordu adamı. Oturduğu koltukta biraz dikleşti adam. İçi yanıyordu bira yüzünden ve canı sigara istiyordu. Yavaşça ayaklandı, bir an yanındaki kadın uyanacak sandı. Sonra hatırladı birden kadın artık adamın yanında hiç olmayacaktı. Gülümsedi bıyık altından hatırlayınca Nazım HİKMET RAN’ın “MAVİ GÖZLÜ DEV” şiirini. Bu defa kapısı çalınmayan, bahçesinde Ebruli hanım elleri açan ev değildi. İçinde bir çocuğun yaşadığı evin kapısı ardında kadar kapanmıştı kadına. Yavaş yavaş yürüdü adam yemekli vagona doğru. Boş bir yer bulmadan o tanıdık konular yeniden sardı çevresini. Bir bira daha istedi. Sigara paketini çıkardı bir sigara yaktı. İlk nefes sanki dakikalarca su altında kaldıktan sonra yüzeye çıkan insanın aldığı nefes gibi gelmişti. Birası geldi, yanında çerez de vardı. Yavaş yavaş içti birasını, beraberinde birkaç tane de sigara bitirdi.

Hesabı ödemek için garsonu çağırdığında hesabının ödenmiş olduğunu öğrendi. Kim diye sordu garsona, garson arkalarda genç bir kadını gösterdi. Hayal mayal hatırlıyordu genç kadını ama kimdi bir türlü çıkaramıyordu. Merak etti, kalkıp yanına gitti genç kadının. Bu arada gözlerinde tanıdık bir merak ve korku gördü genç kadının. Mümkün olduğu kadar kibarca “Teşekkür ederim” dedi adam. “Rica ederim, oturmaz mısınız?” Diye fısıldadığında Genç kadın.

Oturdu kadının karşısına. Süregelen sessizlik içinde masasını paylaştığı hanım tarafında süzüyordu. Bir anlam veremedi. Tanımıyordu. Tanısa hatırlardı. Genelde yüzleri hiç unutmazdı. İsimler, yerler karışabilirdi ama yüzler hiç unutulmazdı adam tarafından. Yıllardır fotoğraf çekiyordu, objeleri de fotoğrafik hafızasına yazardı, unutmazdı. Dayanamadı bir süre sonra, “Tanışıyor muyuz? Acaba” dedi usulca. Şaşaladı kadın, “unuttunuz mu?” Dedi. Neyi hatırlaması gerektiğini bir türlü bulamamıştı adam. “Neyi unutmamam gerekiyor?” Dedi. Kadın masanın yanında duran çantasının içinde bir şeyler aradı, sigara arıyor diye düşündü adam. Bir cd kutusu çıkardı, adama uzattı. Bu adamın motorda birisine verdiğini hatırladığı Feridun DÜZAĞAÇ CD’siydi, Şaşaladı. “Umarım seversiniz” diye geçiştirmeyi denedi adam. “Severim sevmesine ama bir, iki şeyi anlamadım” dedi kadın “yardımcı olursanız sevinirim”. Ve ardından ekledi “motorda cd değiştirdiğiniz sırada bunu elinizde sanki lanetli bir şeymiş gibi tutuyordunuz, ve bana verdiniz, bunun sebebini merak ediyorum. Nasıl cevap vereceğini düşündü adam. Nasıl anlatacaktı FD’nin hikayesini. Hadi anlattı diyelim anlayacak mıydı acaba kadın. Umarım anlar diye düşündü. Ve başladı anlatmaya, Bir kadın sevmişti, FD’nin şarkılarında o kadına duyduğu aşkı anlatan tınılar bulmuştu. Bu sabah Ankara’dan sevdiği kadına sürpriz yapmak için gelmişti ve kadını eski sevgilisi ile yakalamıştı. Artık FD CD’si adam için yenilen kazıkların bileşkesiymiş gibi geliyordu. Bu yüzden elinden çıkarması gerektiğini düşünmüştü. “O sırada” dedi adam “sizi gördüm motor’da, ilgi ile bakıyordunuz elimde ki CD’ye. İşinize yarayabileceğini düşündüm ve size verdim. Hepsi bu.” Bir süre düşündü kadın sessiz sessiz. Aradan geçen zaman içinde adam bir sigara daha yakmayı düşündü. Bugün 3. paket çoktan bitmişti. Biraz yavaş gitmek lazım diye düşündü ve içmedi. Bir süre sonra kadın gülümsedi adama, sanki küfür ediyor gibi geldi bu hareket. “Beni tanımadığını anlamıştım zaten” dedi. Gerçekten tanımamıştı adam kadını. Hatta hayatında hiç görmediğine yemin edebilirdi. “Ben seni ilk gördüğümde hatırladım” dedi kadın. Ve sanırım içinde bulunduğun durumun da sebebi benim.

Anlamamakta direniyordu adamın beyni geçen konuşmaları. Hayatında ilk defa gördüğü birisi içinde bulunduğu durumun sebebinin kendisi olduğunu söylüyordu. Durumu genç kadın da fark etmiş olmalı ki, açıklamaya başladı yavaş yavaş. “Seni aslında fiziksel olarak hiç tanımadım, çeşitli yerlerde yazdığın yazıları okudum ilk. Ardından çektiğin fotoğrafların tüm haklarını seyrettim. Hatta bir ikisini bilgisayarımda duvar resmi olarak kullandım. Sonra hayat hikâyene merak sardım. Daha derin bir inceleme yaptım hakkında. Bir süre sonra sen benim hep tanıdığım bir insan gibi olmaya başladın. Sanki 40 yıldır tanıyordum seni.” Durdu bir iki nefes aldı, sanki konuyu nasıl bağlayacağını düşünüyordu, “Bir süre sonra belki de istemeyerek kıskandım seni. Belki hiç haset etmedim ama için için kıskandım. Sanırım bu gün bu duruma düşme sebebin de benim. Üzgünüm umarım kızmamışsındır” diye bitirdi sözlerini. Genç kadının kafası öne eğilmişti ama adam gözlerindeki yaşları görebiliyordu.

Bu derece garip bir rastlantı olabilir miydi? Birisinin hayatında. Hiç tanımadığı biri ile aynı gün içinde iki defa kesişebilir miydi yolu, hem de o biri kendisini uzaktan da olsa tanıyordu. Enteresan bir karşılaşmaydı bu. Kim karışabilirdi ki Tanrının işine. Genç kadının olayları bu derece içten anlatması içinde bir kötülük olmadığını gösteriyordu aslında. Bunu ona da söyledi, derin bir gülümseme yayıldı yüzünde. Aslında şimdi daha iyi anlıyordu adam. Genç kadın tanrının ona bir mesajıydı. Belki çok açık değildi bu mesaj ama yine de bir mesajdı,
“Doğru yoldasın evladım” diyordu Tanrı. “Sen farkında bile olmasan da birileri senin için üzülüyor, seviniyor. Kısacası seni düşünen birileri hep var çevrende. Tanıman da gerekmiyor onları. Güvenmen yeter kendine.” Gülümsemesi yüzünün acımasına sebep oldu adamın. Kısaca anlattı olaydan aldığı mesajı kadına. Bu defa kadında gülmeye başladı.
Keyifle bir sigara yaktı adam. Genç kadın, “yakma” demek için hamle yapmaya çalıştı. “Bu son sigara dedi.” Adam “Madem bu gün ilk günü geri kalan hayatımın, bu da son sigaram. İzin ver içeyim.”

Keyifle sohbet etmeye başladılar ardından hiç yaşanmamış günlerden bahsettiler birbirine. Müzik konuştular. Fotoğraf anlattı adam. Çocuğundan bahsetti. Maskelerden konuştular insanların taktığı, yalanları anlattılar birbirlerine, sinir oldukları. Adamın aklına M.F.Ö’nın Yalnızlar Garı isimli şarkısı geldi. Ne diyordu Mahzar şarkısında

“Sensizliği bitmedi gecelerimizin
Farkına varamadım rütbelerimizin
Dervişler devran ederken gecelerde
Ben toy bir mehtap
Kelimeler birer varsayım
Ana yalnızlar garındayım

Evden sokağa zorlanmış Kızgınlıkların
De hele kurbanım
Ne olacak halim
Çocukların karım
Kâğıt kalem gitarım için
Onca çileye dayandım
Ana yalnızlar garındayım
Ana yalnızlar garındayım

Sensizliği bitmedi gecelerimizin
Farkına varamadım aile çay bahçelerinin
Radyasyon bulutları geçti gecelerden
Ben toy bir mehtap
Kelimeler birer varsayım
Ana yalnızlar garındayım ” 

Bu defa yalnızlar garı olmayacaktı Ankara garı. Bu defa olmayacaktı.

Mesajı daha da açıktı artık.
“Her tercih bir yitirişti belki, ama insan her gün küçük büyük tercihler yapmak zorunda kalıyordu. Sonuçta yapılan tercihlerin ardında durmamak insanı da bitiriyordu.”

Seninle sevdim yalnızlığı II

by Tunc

Kendini nasıl dışarı attığını hatırlamadığını fark etti adam bir süre sonra. Şimdi nerede olduğunu da bilmiyordu zaten. Bir çöp tenekesi hatırlıyordu, elindekilerini attığı, bir de yüzüne garip garip bakan bir adam. Adam kimdi, neredeydi… Hatırlamıyordu.

Neler planlamışlardı kadını ile beraber, neler yaşamışlardı ve nelerle karşılaşmışlardı. Neydi sorun yada bu denli yanlış tanımış olabilir miydi kadını. Her şeyi sindirebileceğini biliyordu adam için için. Ama giderayak eski sevgili ile aldatılmayı bir türlü sindiremiyordu içine. O eski sevgili ki kadınını hamile bırakıp bir kedi yavrusu gibi sokağa atmıştı. O eski erkek arkadaş ki kadınını kapıcısından başkasına tanıştırmamıştı. Anlamıyordu adam cidden anlamıyordu hiçbir şeyi. Bir ara bir trafik lambası önünde durduğunda düşündü. Sövdüm mü ben içeride. Evet sövdüm. “kahpe.” dedim ağzımı doldura doldura. Vurdum mu? Hayır kıyamadım.

Neydi bu geri dönüşlerin sebebi. Şehir değiştirme yüzünden oluşan stres mi? Ya da gitmeden önce son bir kez damakta kalan tadı mı? Emin değildi. Emin olduğu tek şey aldatılmış olduğuydu. Birkaç hafta önce kadın sevinç içinde “annemlere seni anlattım” demişti adama. Şimdi emin olamıyordu adam kendisinin mi? Yoksa eski sevgilinin mi? Anlatıldığından. Defalarca Ankara’ya doğru yapılan yolculukların acaba kaç tanesinde son hedef kendisiydi. yada arada kilometreler varken saatler boyu süren telefon konuşmalarının kaçında kadın onunla konuşmuştu. Beraberken kulağına fısıldanan aşk sözcüklerinin kaç tanesi cidden hissedilerek söylenmişti kendisine. En önemlisi acaba kadın kendisini mi? sevmişti.

Peki, neden kadın bu derece girmişti ailesinin içine. Hükmetme duygusu için olabilir miydi acaba. Bir önceki erkekte yaşayamadığı duyguları yaşamak istemişti anlaşılan. Hep adamın yanında iken duyduğu güvenden bahsetmişti kadın, bu da yalandı anlaşılan. Evinin çeşitli noktalarında gerçekleştirmek istediği değişikliklere bir anlam veremiyordu adam. Sanırım diğer adamın evine benzetmeye çalışmıştı kadın evini.

Deniz kenarına geldiğini fark etti adam. Beşiktaş iskelesinin kenarında kaldırım taşları yığınının önünde buldu kendini… Bir sigara içmeliyim dedi kendi kendine. Eli titriyordu. Zar zor bir sigara çıkardı paketinden ve yaktı.

Bir iki nefes derken, aklına içindeki yangın geldi. Şimdi daha iyi anlayabiliyordu adam birden nasıl katil olunduğunu. Hem de hiçbir sıkıntısı olmayan insanların ellerini nasıl kana buladığını şimdi daha da iyi anlıyordu. Geçenlerde bir akşam Dr bir arkadaşı ile yapılan keyifli bir muhabbet sırasında anlatmıştı Dr, en hastalıklı beyinlerin bile mantıklı bir görüş açısı vardır diye, hatta çivili katilden bir örnek vermişti, neydi o örnek. Hah. Çivili katil yakalandığı zaman kendisine “neden yaptın” diye sorulduğunda, “sizleri onlardan (öldürdüğü insanlardan) kurtardım. Onlar kötü idi” demişti. Biliyordu evde gözü dönmüştü adam, ve biraz daha içeride kalsaydı zarar verecekti her ikisine de. Aslında şimdi ikisinin de hayatta olmasının bir tek sebebi vardı, Kadın suçluydu sapına kadar, ama diğer adamın hiçbir suçu yoktu. olsa olsa tek suçu bir süre önce seviştiği kadının aklından hiç çıkamaması olurdu ki bu da direkt olarak adamın suçu değildi. Kadın yaptıkları için ölümü çoktan hak etmişti belki ama adam daha ölmemeliydi. Bu yüzden ikisi de hala hayatta idi.

Öldürseydim dedi adam ne yapabilirdim ortadan kaldırmak için cesetleri. Düşündü. Düşündü. bir kere her ikisini de elleri ile öldürme zevkini tatmak istiyordu. Yani vücutlarında belirgin yaralar olmayacaktı. O zaman işe kaza süsü verebilirdi. İçi buz kesmişti adamın. Hava yüzünden mi üşüyordu, yoksa yaptığı soğukkanlı planlar mı üşütmüştü adamı, bundan pek emin olamıyordu. Kadın bir mum hastasıydı evin her tarafında mumlar vardı irili ufak. Evin mutfak hava gazı tesisatında kaçak vardı, Aylardır kadın bir türlü onarttırmamıştı. Evet, her ikisini de yatağa yatırırdı adam. O ses çok çıkmasın diye sökülüp sadece şilte olarak kalan kutsal yatağa. Ama kadını sol tarafa yatırmalıyım diye düşündü. Her şey gerçek hayata uygun olmalı. Ardından odanın içine bir sürü mum yakardı. Tıpkı bir mabet gibi olurdu oda. Son yolculuğa uygun bir mabet. Ardından mutfaktaki ocakların hepsini açardı. Kapıları da. Elleri soğuktan kütük gibi olmuştu ve artık hissetmiyordu bile sigaranın elini yakışını. hiçbir işe yaramayan ellerine bakarken anlamsız anlamsız, bir anda aklına geldi adamın, gazın yayılma süresini hesaplayamayacaktı hiçbir zaman. O halde çok kalmamalıydı içeride, elektrik anahtarları ile de oynamamalıydı. Yangının ne derece yayılacağını kestiremeyecekti hiçbir zaman bu yüzden içeride ki parmak izlerini de ortadan kaldırmalıydı. Sonra sessiz bir katil, ya da kelimenin tam anlamıyla intikam meleği gibi süzülmeliydi dışarı. Aklına geldi hiçbir suç mükemmel değildi. Mutlaka bir takım izler bırakmış olacaktı evde farkına bile varmadan. Yakalanır mıydı acaba. Bıyık altı gülümsedi adam acı acı “ne önemi var ki artık” dediğini duydu. Bu uzun zamandır ilk defa işittiği sesiydi. Birden ürktü sesindeki duygusuzluğu fark ettiğinde. Evden dışarı çıktıktan sonra neler yapardım acaba dedi kendi kendine. Acaba bir yerlerde durup bekler miydi ev havaya uçana kadar. içi bir kez daha ürperdi. o derece soğuk kanlı bir katil değildi. Aslında katil değildi. Bunu yapamayacağına karar verdi. Planlarında bir sorun olur da ev patlamazsa ne olur acaba diye düşündü. Aslında içeridekilerin öldüğünü en azından 10 saat sonra fark ederlerdi, beklide 15 saat sonra. Bu sürede de zaten vücutları deforme olmaya başlardı. Ne derece moraracağını bilemezdi ama izlerin bir kısmının ortadan kalkacağından emindi.

Sigarası bitti, bir tane daha yaktı kütük gibi elleri ile. bu arada derin bir nefes çekti içine. Şöyle bir etrafına baktı, acaba birileri ne düşündüğünü fark etmiş olabilir miydi? Sanırım kimse kendisinin farkında bile değildi. Zaten kimseyi de adam öldürmeyi planlıyor diye tutuklayamazdı kendisini.

Aklına nereden geldiyse bir Yılmaz ERDOĞAN şiiri geldi. Neydi adı. Hatırlamıyordu.

“bir insanı sevmekle başlıyordu her şey
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!”

Katil olmak için de en az iki ceset gerekiyordu. Ama o katil olmamıştı ve en azından daha da olmayacaktı. Kalktı. Silkindi üzerindeki ölü topraklarından. Derin bir nefes aldı. Bir tane daha.

Sonra ağzını doldura doldura bastı kalayı. Bir nefes daha çekip denize attı izmaritini sigaranın. İlk karşısına çıkan motor’a atladı. Evine gidiyordu. Kendisini bekleyen hayat orada idi. ve en azından kendisini bekleyen birileri olduğunu biliyordu.

Gülümsedi içinden. “O’nu kimse beklemiyor” dedi ölümü anlatan bir fısıltı gibiydi sesi. Eli mont’unun cebinden kulaklıkları buldu. Taktı kulağına, sonra Feridun DÜZAĞAÇ cd’sini çıkardı. Aradı diğer ceplerini, eline “Hiç” isimli Erkan OĞUR cd’si geldi. Gülümsedi, tam da günün anlam ve önemine uygun bir tercih dedi içinden. Sonra gözleri karşısında oturan genç kadına takıldı. Garip bakıyordu adama. Feridun DÜZAĞAÇ cd’sini ona uzattı, “sizin olabilir.” Dedi. Motor diğer yakaya yanaştığında en önce o kaktı yerinden. Dışarı çakarken “Hiç yoktan iyidir be” dedi.

Adam gözden kaybolurken karşısında oturan genç kadın da kendini motordan dışarı attı. Elinde tuttuğu cd kutusundan kan damlıyordu. Ilık ve yapışkan bir kan. Ne yapacağını şaşırmıştı. Gözleri adamı aradı. Bulamadı.

“bir insanı sevmekle başlıyordu her şey”
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu!
Katil olmak için ise hiçbir sebep yoktu.

Seninle sevdim yalnızlığı I

by Tunc

Yolda yürüyordu, biraz önce konuşmuştu sevgilisi ile telefonda, “çok yoruldum bugün. Bir ton da iş birikti evde. Önce onları yapıp ardından bir duş alacağım. Belki biraz da uzanırım” demişti. O uzanmadan yetişmeliydi. Uyandırmamalıydı uykusundan.

“Sen rahatına bak güzelim… Ben sana yazıyorum buralarda. Şiirler okuyamıyorum kulağına ama her şarkıda seni anlatan bir şeyler buluyorum. Her dinlediğim şarkıda ya sen varsın ya da sana duyduğum aşk…” Diye düşündü. Hızlı hızlı yürüyordu, Geç kalmadan hedefinde olmak istiyordu. Taşınabilir cd çalıcıda Feridun DÜZAĞAÇ vardı. Hem yürüyor hem de aklına yazıyordu kelimeleri, devam etti yazmaya “Feridun DÜZAĞAÇ” takılmaya başladım bu günlerde. Sanırım o da seni seviyor. Tanıyor mu? Seni cidden, cidden seviyor mu o da seni. Hep seni anlatmış. Ya da sana duyulan aşkı. Bozuluyorum buna için için, Çok bozuluyorum. Bir tek ben sevmeliyim seni deli gibi. Bir başkası sevmemeli. Ve bir tek bana “aşkım” demelisin, En içten, En doğal halinle. Ben sana “güzelim” dediğimde bilmelisin sadece seni anlatıyor bu kelime. “Canım” dediğimde yine bilmelisin ki canımın bir parçasısın. Bir tek sen sevmelisin beni. Bir tek ben sevmeliyim seni. İşin var evde… Feridun mu geldi acaba… Nefret ediyorum Feridun’dan… Benden daha iyi anlatmış benim duygularımı… Mümkün mü? Benim kadar sevmesi seni… Mümkün değil. Ama anlatmış… Eve geldin biraz önce, kapıyı anahtar ile açtın… Bomboş o eve girdin… Bir zamanlar aşklar yaşadığın yaşattığın eve. Kıskanıyorum o evi… Seni benden çok yaşıyor diye…” Durakladı trafik ışığının yanında. Bir adım daha atsa ezilecekti az daha. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Işık yayalar için yeşile döndü. Bir türlü alışamamıştı bu şehre. Yürümeye başladı yine. Sarıldı sanal kalemine ve devam etti kaldığı yerden yazmaya. “Ben olmalıyım sen eve geldiğinde yada sen olmalısın evde, ben geldiğimde… Sarılmalıyız kapı eşiğinde… “özledim seni koca kız” demeliyim sen geldiğinde… Sen ise “ne haber adamım” diyebilirsin ben geldiğimde… Öpebilirim seni ya da koklayabilirim… Ama mutlaka ben olmalıyım sen eve geldiğinde… “bir korna. Sert bir fren. Kaza oldu yolda. Silkindi kalktı beyaz kâğıtların üzerinden. Daha dikkatli olmalıyım diye düşündü. “Zor buldum çabuk kaybettim” olmamalı. Az kaldı, iki köşe sonra onun evi çıkacaktı karşısına. Haberi yoktu “güzelinin” geleceğinden. O’nu Ankara’da sanıyordu. Sürpriz yapacaktı.

Devam etti yine yazmaya beynine “Biliyorum… İllaki unutacağım sana çiçek almayı… Biliyorum… Belki yaş gününü ya da bir başka önemli günü atlayacağım… Ama hiç sarılmaktan vazgeçmeyeceğim sana… Seni anlatan şiirler bulacağım bir yerlerden… Belki bir gün bende okuyacağım kulağına… “aklına geldi birden, yüksek sesle bir şeyler okumayı sevmezdi. Kekelerdi, heyecanlanırdı. Yüzünü buruşturdu, çalışmalıyım dedi kendi kendine. “seni sevdiğimi anladığım günden beri” diye başlayacağım söze… Ve muhtemelen bitiremeyeceğim… Öpeceğim o al dudaklarından… Düşmanına düşman kesileceğim en korkuncundan. Sen uyumadan uyuyamayacağım belki. Yemek yapabilir miyim? Sana bilmiyorum… Ya da çay, “çay yaparım yahu” dedi için için, “ne var ki onda alla sen”. Ama huzur getireceğim tepsi tepsi… Kamyon kamyon güven… Karda yürüyeceğiz seninle korkmana rağmen, kayacaksın belki de ama düşmeyeceksin… Tutacağım seni… Her tökezlediğinde ben yanında olacağım…” Bir şekilde fikirlerini anlatacak bir yol bulmalıydı. Deli gibi düşünüyordu, bir yandan da yola dikkatini vermeye çalışıyordu.

“Seveceğim seni… Toprağın en son çocuğu senmişsin gibi… Gözlerim kamaşacak her gördüğümde yüzünü, yiteceğim gözlerinin enginliğinde… Kaybolacağım… Sonra sen “çay koy” diye bağıracaksın içeriden… Güleceğiz aklımıza Savaş AY şiiri gelince… “Kurtulacağım enginlerinden gözlerinin…” İstiyor muydu kurtulmak o enginlerden. “Batmak gelecek içimden yüreğinin içine… Hiç çıkmak istemeyeceğim. Seveceğim seni, Yavrusunu emziren ana gibi.” Yine bir trafik ışığı. Yine bir sürü homurtu.”Öleceğim belki bir gün. Yanımda sevdan olacak, Kefen de istemem. Sevdan yeter bana. Sapıttı kalbim yine. Beynim durdu. Parmaklarım azdı. Sana yazdım yine. Seni düşündüm… ”

İleride bir alış veriş merkezi vardı. İçeride buldu kendini önünden geçmeyi planlarken. Gözüne bir kuyumcu takıldı hiç düşünmeden girdi içeri. Ve iki alyans aldı. Kırmızı kurdele de istedi adet yerini bulsun diye. Hoş kimse yoktu kesmek için kurdeleyi ama olsun güzel olacaktı. Her şey çok güzel olacaktı.

Ayakları yere değmiyordu artık. İyice yaklaşmıştı güzeli’nin evine iyice yaklaşmıştı. Bir iki esnafla selamlaştı, tanımışlardı adamı. Sevindi için için adam, sevindi. Apartmanın kapısına geldiğinde zili çalıp ne diyeceğini, sesinin tanınmaması için ne yapacağına karar verdi. Uçarcasına yaklaştı apartmana. Sanki 18 saattir ayakta olan o değildi. Kendini bitmez tükenmez bir denizin dalgaları gibi hissediyordu adam. Yorulmuyordu, yaklaştı çelik kapıya, yavaşça yokladı açıktı. Biraz önce içeri giren insana teşekkür etti içinden, gülümsemesi yerleşiverdi suratına. 5 kat kalmıştı sevdiğine ulaşmasına, 5 kat hepsi o kadar. Uçarcasına çıktı merdivenleri. En son geldiğinde nefesi kesilip kaldığı yerde bu defa duraklamadı bile. Bir solukta en üst katta idi. bir iki saniye duraladı kapıda, kendine çeki düzen verdi. Ve çaldı kapıyı.

İçeriden bir ayak sesi geldi. Yüzüne en güzel gülümsemesi yerleşmişti adamın çoktan. Ve o an bir ses duydu. Konuşan güzeli idi. “bir dakika aşkım ben açarım kapıyı.” anlayamadı adam. Aşkı kimdi? Aşkı dışarıdaydı. Kapının dışında, içerideki kimdi peki. Acaba pencereden mi görmüştü geldiğini de şaka mı yapıyordu kendine sevdiceği. Ya da ne bileyim, Televizyondan mı gelmişti ses. Bu derece gerçekçi olabilir miydi?

Kapı açıldı ardına kadar. Karşısında sevdiği kadın vardı, üstünde geceliği, açık yakasından çıplak teni gözüküyordu. Belli ki yeni çıkmıştı duştan saçından hala damlalar süzülüyordu. Hiç sevmemişti zaten kurulamayı duştan sonra saçlarını. Dondu kaldı kadın. Dondu kaldı adam. Elinde kala kaldı çiçek ile yüzük paketi. Yüzünde o garip gülümseme ile çakılı kaldı kapıda.

Ve içeriden bir ses geldi. “KİM GELMİŞ HAYATIM. ”


Merhaba dünya!

by Tunc

WordPress’e hoş geldiniz. Bu sizin ilk yazınız. Bu yazıyı düzenleyin ya da silin. Sonra yazmaya başlayın!