Yalnızlığın sesi

Akşam olmak bilmiyordu bir türlü. Saatler İstanbul trafiği gibi, akmıyordu. Halbuki bir an önce işten çıkıp eve gitmek istiyordu. Üstünde ne varsa kapının önünde çıkaracaktı, kirliye bile atma gereği duymadan yakmayı planlıyordu. Sanki ölüm kokusu sinmişti üstüne. Kimse fark etmese diye dua ediyordu kokuyu. Belki yüzüncü kere baktı saatine. Daha 3 saat vardı işten çıkmasına, 3 koca saat, 180 dakika. “bitmez bu gün” dedi sessizce.

Her sabah mabedinden işe gitmek için arabasına doğru yürürken, akşamın nasıl geleceğini düşünürdü için için. Her sabah işe giderken teptiği 15 km yol bir türlü bitmek bilmezdi, sanki ipek yolu gibi, uzar giderdi önünde. Kendisi ile beraber aynı yönde araba kullanan insanları süzerdi ara sıra trafik sıkıştığında sabahları. Gözlerinden anlamaya çalışırdı içlerinde kopan fırtınaları. Sıkılıyordu, yaşamaktan değil ama insanlardan sıkılıyordu. Yapmacık tavırlardan, sahtekarlıklardan, ufak hesaplardan nefret ediyordu. Trafik sıkıştı yine, bazen tıpkı saatler gibi, trafik de akmıyordu.

Yorucu bir yolculuktan sonra işe geldiğinde bir de boş yer bulabilirse arabası için, içi biraz rahat ederdi. Beşinci kat, odasının bulunduğu yerdi. Kimi zaman asansörü kullanmaz, yürüyerek çıkardı odasına. Zamandan çalmak, o kasvetli odaya biraz daha geç gitmek için.

Bazı günler koşuşturma içinde geçerdi mesai. Fark bile edemezdi nasıl geçtiğini günün. Böyle hızlı günlerde daha rahat giderdi evine, üstündekileri yakmak da istemezdi. Rahat bir şeyler giyerdi üstüne, mutfakta bir iki lokma bir şeyler atıştırıp doğruca salona atardı kendini.

Özenle kıvrılırdı evin en büyük koltuğuna. Ara sıra “en son ne zaman 3 kişi aynı anda oturdu bu koltuğa” diye düşünmeden edemezdi.

Bir sürü arkadaşı vardı aslıda, kızlı erkekli bir sürü insan tanıyordu. Pek çoğu iyi insanlardı biliyordu, yine de çoğunlukla yalnız yaşamayı seviyordu. Sinemaya tek başına gitmeyi becerebildiği ve sıkılmadan filmi sonuna kadar izleyebildiği gün anlamıştı tek başına yaşamanın güzelliğini. Çıkarcı gelmeye başlamıştı insanlar bir süre önce, hemen hepsi şu ya da bu şekilde çıkarları peşinde koşturuyorlardı. Hemen hepsi bir şeyler istiyordu kendisinden.

İçi ürperdi birden. Çekti üstüne kareli battaniyesini. “kahve yapsam” dedi. Uykusu kaçardı. “En iyisi sıcak bir kakao” dedi. üşendi. Okuduğu kitaptan kaldırdı gözlerini televizyona doğru. Anlamsız bir kovalamaca yaşanıyordu bir belgesel kanalında.

Kaç saattir konuşmadığını düşündü. Aslında evde hemen hemen hiç konuşmazdı, biri telefon ile aramadığı sürece. Kimi zaman üç akşamı blok yaşasa konuşmayı unutacağını düşünürdü gülümseyerek. Yatma saati gelmiş miydi? “Bir iki sayfa daha okuyayım” dedi kendi kendine. Hem daha yeni ısınmaya başlamıştı içi.

Gömüldü koltuğuna, bir iki satır daha okudu, aklından sıcak kakao fikrinin bir türlü çıkmadığını fark etti. Evde biri olsa da seslensem diye düşünürken “Çay koyyyy… ” diye, aklında Savaş AY’ın şiiri geldi

“Kapıyı anahtarla açmayı hiç sevmiyorum.
Zili çalmalıyım ve sen açmalısın kapıyı.
“Hoş geldin canım”, deyip boynuma sarılmalısın.
Uzun ,uzun öpüşmeliyiz kapı aralığında,
El ele tutuşup içeri girmeliyiz.

Sen bir çırpıda sıralamalısın,
Belki de en fazla, üçü önemli otuz beş, kırk haberi.
“Sular yoktu bütün gün biliyor musun” demelisin mesela,
“Yemeği ocakta unutup yakmamış mıyım pilavın dibini”.
“Sonrada tüp gaz bitti alay eder gibi”, demelisin mesela.

Adları da saçları gibi hep birbirine benzeyen ortaokul arkadaşların,
Çat kapı yapmış olmalı aniden ve öğlen.
Annen aramış yakında geleceklermiş bana da selam söylemişmiş,
Olmalı mesela.
O kadar işinin arasında camları da silmiş sevinmiş olmalısın.
“Eskilerini eskiciye verdim, o eski mintanları filan” demelisin.
Plastik mandal, leğen birde faraş almış olmalısın karşılığında.
Bir gündüz yayınında faydalı on şey öğrenmiş olmalısın.
Çıkmayan lekeleri kolayca çıkarmaya,
Şarap şişelerini kolayca açıp o şişelere mumlar damlatarak
Dekor yapmaya bir dolu faydalı şeyler.

Ve mutlaka “yaa öyle mi olmuş…!!” diyeceğin haberler vermeliyim sana.
Süratle beni kızdıracak bir şeyler yapmalısın.
Ben zaten seni kızdıracak bir sürü şey yapmış olmalıyım dışarıda.
Gözüme bakıp anlamalısın yediğim herzeleri.
Sen anlamazlıktan gelmelisin yine de.
Usulca utanmalıyım.
Anladığını, anlamazdan gelmeliyim.
Anladığını, anladığımı anlamamalısın.
Bu küçümen oyun böylece sürüp gitmeli bir vakit.
Ben yine her zamanki gibi
Yarın rejim yapmaya, spora başlamaya,
Sigarayı artık bırakmaya karar vermeliyim.
Sen bir kaç güne kadar bir iş bulup artık çalışmaya,
Bir ev bulup oraya geçmeye, hayatına bir çeki düzen vermeye
Karar vermelisin.

“Çay koyyy…!!! “

Bunu yine ben hatırlatmalıyım.
Radyo yine tuhaf şarkılar çalan bir gavur kanalına ayarlı olmalı,
Televizyon yine senin kanallarına kilitli,
Ve kül tablaları, çay tabakları yani firar etmiş olmalı ortalıktan yine. Gözlerinde güzellikten başka bir şey yokmuş gibi,
Sıkıntı yüklü, sorun yüklü bakışları görmemeliyim.

Sevgimin büyüklüğü her şeye yeter sanmalıyım.
Hiç bir bunaltını anlamayacak kadar dangalaklaşmalıyım.
İkide bir sözlerini kesip, çocukluğunun, saflığının, yalınlığının sularını kurutup
Ciddi, vakarlı kerametli konulara davet etmeliyim seni.

Ve bir gün, bir gün
Çekip gitmelisin evden.
Gitmenle anlamalıyım bu ev sevdasız olana bol gelir.
Yürü yürü bitmez koridorları.
Bu evin manzarası karanlığa göz kırpar.
Bir başına yaşayanlara köpekler bile havlamaz bahçede.

Çay pişmez, yemek yenmez, sigaranın bile tadı kaçar.
Dışarıda itiş kakış kalabalıklarda yiter gider evin sahibi.
Kendini arayıp bulamaz.
Merhabaların da anlamı kalmadığından kimselere selam verip almaz.
Denizde, karada, yatakta hiçlik solukları alıp verir.

Bir şiirin dizeleri okunur kitapta, şair sanki bilmiş de demiş gibi: “Düşmesin bizimle yola evinde ağlayanların gözyaşlarını
boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar, çekilsin yolumuzdan kendi
kabuğunda yaşayanlar” yazmıştır.

Şiire de, şaire de, hayata da kızılır.
Kapının önüne gelinir,
Alışkanlık icabı kapı çalınır.
Yalnızlık pusuya yatmıştır içerde. Duyar ama açmaz kapıyı.
Neden sonra hatırlarsın, anahtarını çıkarırsın.

Kapıyı anahtarla açmayı sevmiyorum ben.
Yalnızlığını sevmiyorum.
Ben yalnız, ben yalnız
Seni çok ve çok
Ve çok Seviyorum “

İçi burkuldu birden. Ne sıcak kakao ne de kitap. Hiçbir şey istemiyordu artık. Usulca kalktı yerinden, kitabı sehpanın üstüne iliştirip sessiz adımlarla odasına doğru seğirtti. Bir iki adım attıktan sonra geri dönüp televizyonu kapattı. Koridorda ilk defa duydu yalnızlığının sesini.

Koşar adım yatak odasına gitti. Sanki yapacağı en son şeymiş gibi televizyonu açtı. Odayı tanıdık sesler doldurdu aniden, bir önceki günden açık kalmıştı anlaşılan sesi. Kıstı biraz, ama çok kısmaya cesaret edemedi. Tekrar duymak istemiyordu “yalnızlığının sesini”. Usulca süzülüp yatağa gözlerini yummadan hemen önce “saatini kurdum mu? televizyonun” diye düşündü. Aslında önemli değildi saatin ayarı. Kapansın istemiyordu televizyon. Uykusunda bile yalnız kalmak istemiyordu.

Yalnızlığın sesini sevmiyordu.